Şehri saran büyüleyici su kanalları, çarpıcı mimarisi, geniş bisiklet yolları, etkileyici müzeleri ve sokaklarındaki canlı ritim… Amsterdam, Avrupa’nın en kendine has kentlerinden biri.
On iki yüzyılda küçük bir balıkçı kasabası olan Amsterdam, adını kıyısında bulunduğu Amstel Nehri’nden almış. Orta Çağ’ın kendi halindeki gösterişsiz kenti, 17. yüzyılda dünya dönüşürken değişimin merkezinde olup zenginleşen ve “Yeni Dünya”nın nimetleriyle kendine yeni bir gelecek inşa eden kentlerden. Kanalların etrafında sıralanan etkileyici evlerin her birinin öyküsü, size Hollanda’nın geçmişini fısıldayacaktır. “Kuzeyin Venedik’i olarak anılan Amsterdam, 165 su kanalı ve yan yana, paralel bir şekilde sıralanan köprüleriyle zarif bir manzaraya sahip. Kenti karaya ayak basmadan da su yoluyla keşfetmek mümkün.
Tarihi Meydan
Amsterdam, düz coğrafi yapısı, düşük nüfusu, bisiklete uygun şehir planı ve ulaşım düzenlemesi ile adeta bir bisiklet cenneti. Amsterdamlılar her gün iki teker üzerinde toplamda iki milyon kilometreye yakın yol kat ediyor. Bisiklete atlayıp pedalları şehrin en büyük ve en turistik bölgesi olan Dam Meydanı’na doğru çevirmek iyi bir başlangıç olabilir. Amsterdam’ın kalbi olarak bilinen turistik Dam Meydanı, görkemli Kraliyet Sarayı’ndan Yeni Kilise (Nieuwe Kerk) ve Ulusal Anıt’a kadar pek çok ölümsüz yapıya ev sahipliği yapıyor. Etrafı hayranlıkla izleyenler, Amsterdam’daki anlarını fotoğraflarla ölümsüzleştirmek isteyenler, yorulup soluklananlar ya da dans edenler… Dam Meydanı, Amsterdam’ın en renkli ve canlı bölgesi. Dam Meydanı’nın bir diğer ünlü yapısı olan Hotel Krasnapolsky’nin arkasına doğru kıvrılan yol ise renkli gece hayatının adresi Red Light District’e açılıyor. Birbirini kesen dar sokaklardan oluşan bölge, günün her saati oldukça canlı ve kalabalık.
Çok sayıda kafe ve restoranın da yer aldığı Nieuwmarkt, eski şehir kapılarından biri olan ve şimdilerde müze ve restoran olarak hizmet veren De Waag binası ve Eski Kilise (Oude Kerk) için görülmeye değer. Kentin en güzel ve ünlü meydanlarından biri olan Rembrandtplein ise 19. yüzyılın ortasına kadar tereyağı pazarına ev sahipliği yaptığı için Botermarkt adıyla anılıyor. 1876 yılında Hollandalı ressam Rembrandt’ın heykelinin meydana dikilmesiyle günümüzdeki adını almış. Meydan, çevresindeki restoran ve kafeleri dolduran turist kalabalıklarıyla daima canlı ve hareketli. Bu ünlü meydanda Rembrant’ın evini gezebilir, Muntplein’deki porselen dükkânlarından alışveriş yapabilir ya da bölgeye oldukça yakın olan çiçek pazarında harika kokular arasında kaybolabilirsiniz.
Geçmişin Tanığı
Kentte hemen her turistin mutlaka ziyaret ettiği noktalardan biri de Anne Frank Müze Evi. Bu ev, 2. Dünya Savaşı yıllarında Nazilerden saklanırken günlük tutan ve savaşın ardından günlüklerinin yayımlanmasıyla milyonlarca kişinin bağ kurduğu Anne Frank’ın ailesiyle saklandığı yer. Mekân, küçük kızın milyonlarca insanla beraber yaşamak zorunda bırakıldığı zalimliğin de günümüzdeki izlerinden.
Sanat Turu
Amsterdam, 17 yüzyılda gelişip zenginleşirken bu durum Hollanda sanatı için de bir eşik haline gelmiş. Amsterdam’ın ünlü müzelerinin bulunduğu Museumplein bölgesi, tüm bu zenginliğin mabedi konumunda. Rembrandt, Vermeer ve Frans Hals gibi ünlü ressamların eserlerini ulusal sanat galerisi Rijksmuseum’da görebilirsiniz. Stedelijk Müzesi ise Pollock’tan Kandinsky’e resmin büyük ustalarının eserlerine ev sahipliği yapıyor. Ancak hiç kuşkusuz Amsterdam, en çok dâhi ressam Van Gogh ile özdeşleşen kentlerden. Van Gogh Müzesi’ni gezdikten sonra o sarı sıcak renkler, etrafa başka türlü bakmanızı sağlayabilir. Hele bir de aylardan bahar ve Amsterdam yazı karşılamaya hazırlanıyorsa…
Nerede, Ne Yemeli?
Amsterdam mutfağı, yüzyıllar içerisinde buraya yerleşen yabancı toplulukların da etkisiyle zenginleşip çeşitlenmiş. Sokak satıcılarında bile karşılaşabileceğiniz herring, ringa balığının çiğ bir şekilde sunulmasıyla oluşuyor. Üstelik bu balığın en lezzetli olduğu ay da Mayıs. Krokete benzeyen, hardal sosuyla servis edilen kızarmış çıtır küçük köfte topları olan bitterballen ve lahananın patatesle beraber pişirildiği stamppot da güzel bir akşam yemeği için ideal.
Gelelim tatlılara… Oliebollen, bildiğiniz lokma tatlısından pek de farklı olmamakla birlikte, pudra şekeri ve kremayla servis ediliyor. Stroopwafel ise, iki ince hamurun arasında karamelimsi bir dolgu ile pişirilen bir çeşit waffle. Unutmadan, Amsterdam’a gelmişken ünlü Hollanda peynirlerini de bol bol denemeli.
- Bakers & Roasters: Mekân, büyük porsiyonları, omletleri ve pancake’leriyle ünlü.
- Bridges Restaurant: Hollanda mutfağında çığır açmasıyla bilinen, bir Michelin Yıldızı bulunan mekânın özellikle balık ağırlıklı mönüsü beğeni topluyor.
- Vinkeles: Bir “Michelin”li mekân, ünlü bir “fine dining” restoranı. Mekânın vejetaryen, vegan ve glütensiz yemek alternatifleri de mevcut.